Sunday, September 30, 2012

Andrzej Wajda - Katyn (2007)

Andrzrej Wajda
Is there any of you who haven't heard of Wajda? who haven't seen any of his films? An intellectual with a good understanding and assimilation of his country couldn't have described it this beautifully. Wajda's films handle the history and the people of Poland; they touch the political and social evolution of this country after the 2nd World War. That is to say, the subjects of Wajda's films are sensitive. In Katyn (2007), Wajda reveals his country's tragic historical facts that he was personally involved, but he postponed to portray it for many years due to political reasons.

Wajda’yı tanımayanınız var mı? Bir Wajda filmi izlemeyeniniz? Ülkesini bu kadar iyi anlayan, sindiren bir entellektüel bir bu kadar da güzel anlatabilir. Polonya tarihini, insanını işler Wajda filmleri; 2. Dünyaşı’ndan çıkan ülkesinin politik ve sosyal evrimine dokunur. Yani konuları hassastır Wajda filmlerinin. Katyn’de Wajda politik sebeplerden yıllardır ertelediği, kişisel olarak da kendisinin de içinde bulunduğu trajik bir tarihi gerçeği gözler önüne seriyor.
Poland got out from the sovereignty of the Communist regime in 1989. While Katyn, the brutal massacre, took its place in history, it was not, of course, possible to make a movie on this subject in Poland until 1989. Wajda's father was murdered in the massacre too. Growing up during the war, having lost his father, seeing his mother's pain and the pain of the people of his country, Wajda obviously didn't have an easy childhood.

Polonya 1989 yılında komunist rejimin dağılmasıyla Sovyet egemenliğinden çıkmış. Katyn de vahşi bir katliam olarak tarihe geçerken pek tabi ki bu konu üzerine film yapmak Polonya’da 1989’a kadar mümkün olmamış. Wajda’nın babası da bu katliamda hayatını kaybetmiş. Savaş yıllarında büyümüş, babasını kaybetmiş, annesinin acısını, ülkesinin insanlarının acısını görerek büyüdüğü bir çocukluğu olmuş Wajda’nın.
I cannot deny that it was troubling to watch Katyn. The movie shakes you from the beginning till the end. The testimony of the endless suffering of the film doesn't know its ending. Piece by piece, it manifests the intersecting, common stories of people, albeit different from each other, and the suffering that is related to the entire nation. The film starts with the images of Poland in 1939, where the Polish people are running away from the occupation of enemy soldiers. While everybody is heading away from the battle field, one woman is moving towards it: she is going to the prisoner camp of the enemy where her husband is...

Katyn’i izlerken çok sıkıntı çektiğimi saklamayacağım. Film sizi başından sonuna kadar çalkalıyor. Filmin yaşanan acılara şahitliği bitmek bilmiyor, parça parça bir şekilde hikayeleri kesişen insanların birbirinden farklı da olsa ortak olan, tüm ulusu ilgilendiren acılarını ortaya koyuyor. 1939 yılında savaş isgali altındaki Polonya halkının düşman askerinden kaçarkenki görüntüleriyle başlıyor film. Herkes bir tarafa doğru giderken sadece bir kadın, kızının elinden tutarak kimsenin gitmediği bir yöne doğru ilerlemektedir: kocasının esir alındığı düşman kampına…
Her husband is put aboard a train, the train sets off to an unknown destination. The only thing that consoles her is the fact that her husband is alive. She prays for his return, while believing that being a prisoner is better than being dead.

Kocası bir trene bindirilir, tren bilinmeyen bir yöne doğru yola çıkar. Kendini avuttuğu tek şey en azından kocasının hayatta olmasıdır. Ne de olsa ölmüş olmasından çok daha iyi olduğunu düşünerek savaş esiri kocasını beklemeye devam eder.
However, the truth comes to light much later after the end of the war. While the Russian and German governments accuse each other, Polish people know the truth and try to face it. However, no one can talk about it, since Poland is still under the occupation of Russia that is responsible for this atrocity. Thus, the subject is shelved as a taboo.

Gerçek su yüzüne savaş bittikten çok daha sonra çıkacaktır. Rusya ve Almanya hükümetleri birbirlerini suçlarken Polonya halkı gerçeği bilmekte ve yüzleşmeye çalışmaktadır. Fakat kimse bu konuyu konuşamaz, çünkü Polonya halen bu acımasızlığın sorumlusu olan düşmanın işgali altındadır, ve konu bir tabu olarak rafa kaldırılır.
The movie is full of details. For example, at one part, while Russian troops were tearing the Polish flag which consists of a red and white strip, one of the Russian soldiers rolled the white part of the flag as socks to his feet, while another soldier hang back the red part as a Soviet flag.

Film detaylarla dolu. Mesela bir yerinde düşman askerlerinin bir tren istasyonunda kırmızı ve beyaz şeritten oluşan Polonya bayrağını yırtıp beyaz tarafını çorap olarak kullanmak için ayagına sararken kırmızı tarafını Sovyet bayrağı olarak direğe geri asar.
The actors' performance is excellent. I don't think they left much work to the director. Their performances were genuine as if they were feeling the story inside as if they lived those moments themselves. They seem perfectly aware that they were representing the sad event in their history.

Oyunculuk performansı normalin çok üstünde ve bence yönetmene fazla da iş bırakmamışlar. Aktörler filmi, hikayeyi içlerinde hissederek, resmen yaşayarak anlatmışlar. Kendi halklarının hüzünlü tarihini anlattıklarının farkındalar.
One of the good things of watching a movie from a DVD is that sometimes there are additional contents showing how the movies were filmed. This time, they have included a one-hour interview with Wajda in the DVD. There, Wajda tells us why it took a such a long time for him to start shooting Katyn, and that it felt like a duty for him. "Shall I have told the movie from the perspective of my mother, or from the perspective of my father. Which actors should have taken part in it, which scenarists should I have worked with...all of these were question marks to me, and I wanted everything to be exactly as I wanted, because it was my movie." he says. After thinking for a long time Wajda decides that his film should be about "the massacre and the lie".

in three words: revealing, stunning, memorable

Filmi DVD’den izlemenin güzel yanlarından biri de zaman zaman filmin yanına ekledikleri, filmin nasıl çekildiğini anlatan kısa videolar. Wajda’nın bir saatlik röportajına da yer verilmiş DVD’de. Wajda filmi çekmeye neden bu kadar geç baslayabildiğini, fakat bu filmin onun için bir zorunluluk olduğunu anlatıyor. “Filmi annemin bakış açısıyla mi, yoksa babamın bakış açısıyla mı anlatmalıydım, ya da hangi oyuncular olmalı, hangi senaristlerle çalışmalıydım… bunlarin hepsi benim için soru işaretiydi ve her şeyin tam istedigim gibi olmasını istedim, çünkü bu benim filmimdi” diyor. Wajda uzun bir süre düşündükten sonra filminin “katliam ve yalan” üzerinde durmasına karar vermiş.

üç kelimeyle:ığa çıkaran, sersemletici, akılda kalıcı
Andrzrej Wajda in the set of Katyn
   

Friday, September 21, 2012

Little Fugitive (1953)

To tell the truth, when I saw the text "This movie has been a source of inspiration for John Cassavetes' and Martin Scorsese's first films" at the back of the DVD that I borrowed from the library, I wasn't expecting the movie to be that good, and I had no idea on how significant place it has, not only for Cassavetes and Scorsese, but for the history of cinema.

Doğrusu kütüphaneden arkasındaki "John Cassavetes ve Martin Scorsese’nin ilk filmlerine esin kaynağı olmuştur" yazısını görünce aldığım bu filmin umduğumdan çok daha iyi çıkacagını ve sadece Cassavetes ve Scorsese için değil, sinema tarihinde önemli bir yeri olduğunu bilmiyordum.
Little Fugitive (1953) has a minimalistic scenario. It tells what had happened to a seven-year-old little brother (Joey) during one day. When their mother entrusts him to his older brother for one day and leaves them to take care of their ill grandmother, a friendly, simple but honest independent film comes out. Joey's brother and his friends decide to make a joke to Joey, so that the little hindrance would leave them alone, but the joke backfires and seven-year-old Joey reckons that he accidentally killed his brother, throws himself on the streets and runs away. What a tragedy for a seven-year-old! :) and that's where the whole story begins.

Minimalistik bir senaryosu var Little Fugitive’in. Yedi yaşındaki küçük erkek kardeşin (Joey) bir gün boyunca başından geçenleri anlatıyor. Anneleri Joey’i bir günlüğüne kendisinden birkaç yaş büyük abisine emanet edip hasta anneanneleri ile ilgilenmeye gidince ortaya böyle samimi, basit ama dürüst bir bağımsız film çıkıyor. Joey’in abisi ve arkadasları ‘ayakbağı’ Joey onları biraz rahat bıraksın diye minik bir şaka yapmaya kalkınca, şaka kaka oluyor ve yedi yaşındaki Joey abisini kazara öldürdüğünü düşünerek kendini sokaklara atıyor ve kaçıyor. Yedi yaşındaki bir çocuk için ne büyük trajedi! :) Tüm hikaye de işte burada başlıyor.
Joey, taking the money left by her mother, throws himself to Coney Island, probably the only place that he's been taken to away from his house. A place where all little kids are itching to go. Surrounded by funfairs, parks, playing fields, innocent Joey spends time forgetting his suffering (!).

Joey annesinin eve biraktigi parayı da alarak soluğu belki de bugüne kadar evinden uzakta gittiği tek yer olan Coney Island’da alıyor. Minik çocukların gitmeye can attığı, rüyalarını süsleyen lunaparklar, oyun alanları ile dolu olan bu yerde Joey masumane bir şekilde çilesini(!) de unutarak vakit geçirmeye başlıyor.
The film's credibility (or sincerity is more like it, because the movie doesn't have any concern for credibility) is due to the little actor. The film doesn't have a message to give, nor a doctrine, but we should give this little actor (Richie Andrusco) his due. He takes us into Joey's world and lets us see things through his eyes while forgetting ourselves.

Filmin inandırıcılığı (ya da içtenliği demek daha doğru olur, çünkü film inandırıcılık kaygısı gütmüyor) minik aktörden kaynaklanıyor. Filmin vermeye çalıştığı bir mesaj, bir öğreti yok; fakat bizi Joey’nin kendi dünyasına katarak olanları kendimizi unutarak onun gözünden izlememizi saglayan bu minik aktörün (Richie Andrusco) hakkını vermeliyiz.
The movie is written and directed by Abrashkin Raymond (known as "Ray Ashley"), and photography-origin couple Morris Engel and Ruth Orkin. Therefore, more than the rating worries, the film is concern with photographic aspects (see the rain scene). Remarkable thing about the film is that Engel adopted shooting with a hand-held camera which was a trend started by famous photographer Paul Strand who also introduced Engel the photography. Being a movie shot by a hand-held camera in 1950s, Little Fugitive is a pioneer in the cinema history. In this way, Engel captured the scenes while the surrounding people were unaware and in their natural habitats. Can't we say that Little Fugitive has a documentary quality which reflects the state of Coney Island in the 1950s?

Film Raymond Abrashkin ("Ray Ashley" olarak biliniyor), ve fotografçılık kökenli çift Morris Engel ve Ruth Orkin tarafından yazılıp çevrilmiş. Bundan dolayı ki filmde begenilme kaygısından çok, fotografik bir kaygı var (bkz. yağmur sahnesi). Filmin kayda değer yanı da Engel’i fotografçılık ile taniştıran ünlü fotoğrafçı Paul Strand’in başlattığı el kamerası ile çekimin Engel tarafından benimsenmesi olmuş. 1950 sinemasında el kamerası ile çekilen bir film olması dolayısıyla da sinemanın ilklerinden Little Fugitive. Bu sayede Engel bir çok sahneyi etraftaki insanlara farkettirmeden doğal ortamlarında çekmiş. Bu nedenle Coney Island’ın 1950’lerdeki halini yansıtan bir belgesel niteliğini de taşıyor diyemez miyiz ?
Little Fugitive also greatly influenced the French New Wave. We understand that from Truffaut's saying "If Little Fugitive did not come, our New Wave couldn't exist". If we dig a bit more, when you watch the film, you will notice the similarities between the scenarios of Little Fugitive and Godard's film Au Bout de Souffle (Breathless (1960)). With some similarities between some scenes and the script, Truffaut's Les 400 Coups (The 400 Blows (1959)) has also some inspirational breeze of Little Fugitive.

I've also learned from the DVD extras of the film that according to some historians, Little Fugitive is accepted as America's first independent feature film. It's a title that belongs to John Cassavetes' film Shadow (1959), however Little Fugitive has been shot seven years prior to that film.

in three words: friendly, natural, non-greed

Fransız Yeni Dalga akımını da büyük ölçüde etkilemis bir film Little Fugitive. Bunu Truffaut’nun “Eger Little Fugitive olmasaydı, bizim Yeni Dalga’mız varolamazdı” demesinden de anlıyoruz. Hatta biraz daha deşersek, filmi izlediğinizde Godard’ın Au Bout de Souffle‘u (Breathless (1960))ile Little Fugitive arasındaki senaryo benzerliklerini farkedebilirsiniz. Bazı sahneler ve yine senaryodaki benzerliklerden de Truffaut’nun Les 400 Coups’sunda da (The 400 Blows (1959)) filmden esintiler var. 

Bir de DVD’deki ekstralardan öğrendiğime gore bazı sinema tarihçileri filmin Amerika’nın ilk bağımsız filmi olduğunu söylüyor. John Cassavetes’in Shadow filmine ait olan bir ünvan but, fakat Little Fugitive ondan yedi yıl daha önce çekilmiş. 


Üç kelimeyle: samimi, dogal, hırsı olmayan