Monday, February 27, 2012

Dardenne Brothers - Le Gamin au Vélo (2011)

I have never seen a Dardenne Brothers movie before, this was the first, but I've decided to watch soon the other Dardenne Brothers movies that are waiting aside. Le Gamin au Vélo (The Kid with a Bike) is far away from exaggeration, a realistic, emotionally charged, saddening film. It shared the Grand Prix in 2011 Cannes Film Festival with Nuri Bilge Ceylan's Once Upon a Time Anatolia.

Daha önce hiç Dardenne Kardeşler filmi izlememiştim, bu ilk oldu. Ama diğer filmlerini de çok bekletmeden izlemeye karar verdim. Le Gamin au Vélo (The Kid with a Bike) abartıdan çok uzak, gerçekçi, duygu yüklü, iç burkan bir film. 2011 Cannes Film Festival'inde Büyük Ödül'ü Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da'sıyla paylaştı.
The movie leaves us alone with a desolated child: Cyril. He is not getting tired for a moment, trying to understand the world of adults, looks to the life with the purity of a child. Cyril is very simple hearted, but has been convicted to lovelessness by his father. He is desolated. His father is a man that doesn't even carry the maturity of Cyril.

Film bizi terk edilmis bir çocugun yalnızlıyla başbaşa bırakıyor: Cyril, yılmıyor, büyüklerin dünyasını anlamaya çalışıyor, bir çocuk saflığıyla hayata bakıyor. Cyril çok temiz kalpli, ama babası tarafindan sevgisizliğe mahkum edilmiş, terkedilmiş. Babası deseniz Cyril'in olgunluğunu bile taşımayan bir adam.
Cyril can be considered, in a sense, "lucky". Samantha (performed by Cecile de France), who lives in the neighbourhood, protects him. She takes him from the orphanage, where he's left by his father, and hosts him at her place during the weekends. She becomes his window to the outside world. Being unprotected and desolated, Cyril is dragged to other dangers in the streets. He is traveling around with his bike all the day. Cyril is looking for someone, someone who can love him, who can care him...

Cyril bir bakıma "şanslı" sayılabilecek bir durumda. Çevrede oturan Samantha (Cecile de France) onu bir bakıma himayesi altına alıyor. Babasının tarafından konduğu yetimhaneden onu haftasonları alıp kendi evinde konuk ediyor, dış dünyaya açılan penceresi oluyor bir bakıma. Korumasızlığı veterk edilmişliği onu  sokaklarda başka tehlikelere sürüklüyor. Tüm gün boyunca bisikletiyle oradan oraya dolaşıyor. Cyril birini arıyor, onu sevecek, koruyacak...
The movie also became a good occasion for the discovery of a young actor: Thomas Doret. I think the power to keep this movie strong was the choice of this little actor. If another actor was chosen, it feels like the movie will end up as another movie. Thomas Doret was apparently the fifth kid that Dardenne Brothers saw during the casting of the movie. When the simplified version of the first scene of the movie is given to him, Thomas expertly carries out his role. Dardenne Brothers immediately realize that they found Cyril. Thomas is definitely qualifies his character. He wraps himself in the character, the movie comes into existence with him.

Film minik bir aktörün keşfine de vesile olmuş: Thomas Doret. Filmi ayaklarının üzerinde tutacak güç bence bu aktörün seçiminde kilitleniyor, yani baskası olsa sanki film başka bir film olup çıkacak. Thomas Doret, Dardenne Kardeşler'in oyuncu seçimlerinde gördükleri 5. çocukmuş. Filmin ilk sahnesinin basitlestirilmiş halini eline vermişler, Thomas altından ustalıkla kalkmış. Dardenne Kardeşler, Cyril'i bulduklarini anlamiş. Thomas kesinlikle karakterin hakkını veriyor. Karakterin içine giriyor, film onunla vücut buluyor.
   

Monday, February 20, 2012

Nuri Bilge Ceylan - Once Upon a Time in Anatolia | Bir Zamanlar Anadolu'da (2011)

Nuri Bilge Ceylan's both writing and shooting styles have started to get much stronger. Once Upon a Time in Anatolia, as he has also expressed, contains the most dialogues within his filmography. I think it is at the same time his darkest film. Nuri Bilge Ceylan is a photography-based director, so he is very attentive during the process of filming. Afterall his attention in this film has already been awarded at the Cannes Film Festival by  the Grand Prix.

Nuri Bilge Ceylan'ın hem kalemi hem de kareleri daha da güzelleşmeye başladı. Bir Zamanlar Anadolu'da kendisinin de ifade ettiği gibi dialoğun en çok bulunduğu filmi. Sanıyorum en karanlık filmi de aynı zamanda. Nuri Bilge Ceylan fotoğrafçılık kökenli, o yüzden çekimlerindeki özenden bahsetmiyorum bile. Fakat Cannes Festivali'nden Jüri Büyük Ödülü ile (Grand Prix) dönmüş bir filmden bahsettigimizi de hatırlatmak isterim.
In the film, we are dragged, without a clue about what is going on, in the middle of the night in a deserted Anatolian plateau from one side to another, following a police car, a gendarmerie jeep and a car that carries a prosecutor. There is a criminal and they altogether look for 'something' in the hills of the Anatolian steppes, something that only the criminal knows where it is. Only in the late moments of the film, we learn both what the crime is and what they have been looking for. The interesting side of the film, we're not only revealing the crime, but also lighting up the pasts of the characters, and discovering the facts in their backgrounds that even they, themselves, do not know.

Filmde bir süre bir polis arabası, bir jandarma jipi ve içinde bir savcının bulunduğu arabayla ıssız anadolu yaylalarında gece vakti bir oyana bir bu yana ne olduğunu bilmeden dolasiyoruz. Ortada bir suçlu ve bozkır tepelerde aranan, bir tek suçlunun nerede olduğunu bildiği bir şey var; ama hem ne aradığımızı, hem de suçun ne olduğunu filmin çok ilerleyen dakikalarında öğreniyoruz. Filmin ilginç yanı, sadece suçu aydınlatmıyoruz, aynı zamanda karakterlerin geçmişlerine ışık tutuyoruz, onların bile bilmedikleri gerçekleri keşfediyoruz.

Dialogues are plenty, but they are not insignificant. I think, Nuri Bilge Ceylan is well acquainted with Anatolian people. Here, he draws a picture of it through the doctor-patient, supervisor-officer, criminal-polis relations. The Anatolian people that live the silence not as an obligation, but as something ordinary, pleased with the conditions, but at the same time, grumbling about them... Trading upon request, cheating, sulking to people, regrets, gossips, flattering someone also play leading roles as well as the actors. All the characters are written with attention to represent the lives in Anatolia.

Diyaloglar bol, ama boş değil. Nuri Bilge Ceylan Anadolu insanını çok iyi tanıyor bence. Burada doktor-hasta, amir-memur, suçlu-polis ilişkileri üzerinden Anadolu insanının resmini çiziyor. Sessizliği bir mecburiyet gibi değil, olağan bir şeymis gibi yaşayan, halinden memnun oldugu kadar da şikayetçi Anadolu insanı... Rica ile iş yaptırmalar, aldatmalar, insanlara küsmeler, pişmanlıklar, dedikodular, yağ çekmeler de karakterler kadar başrol oynuyor filmde. Karakterlerin herbiri Anadolu'daki yaşamı gözler önüne serebilmek için özenle yazılmış.

Film is a little longer than expected: two and a half hours, but it was not at all boring to me. I guess because I like slow movies (but I'm not talking about the slowness of Kim-Ki-Duk here ;)).

Film biraz alışılandan uzun: 2 buçuk saat, fakat beni hiç sıkmadı. Sanıyorum yavaş filmleri sevdiğim için (Kim- Ki-Duk yavaşlığı da değil ama bahsettiğim ;)).

Nuri Bilge Ceylan successfully handles the suspect genre, and closes the movie with an interesting end, without alleviating the curiosity of the audience throughout this long movie. If slow movies do not bore you, you should definitely give this a try. Especially if you like TarkovskiÇehov and Gogol; and if you want to know more about Anatolia.

Nuri Bilge Ceylan polisiye türünün de altından başarıyla kalkıyor, bu uzun film süresince merakı dindirmeden ilginç bir sonla bitiriyor filmi. Yavaş filmlerden sıkılmam derseniz, kesinlikle izlemelisiniz! Özellikle Tarkovski, Çehov ve Gogol sevenler, Anadolu üzerine daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler kaçırmasın.